Güneşin ilk ışıkları, henüz Los Alamos’a ulaşmamıştı… Saat sabah 5 buçuğa yaklaşıyordu. Sığınakta bekleyen bilim insanları ve yüksek Amerikan yetkililer biraz sonra, günden daha aydınlık olacak olan Jornada Del Muerto çölüne doğru bakıyorlardı. Önlerindeki açık alan kilometrelerce uzağın bile rahatça görünebilmesini sağlayacaktı.
Heyecanlı, korku ve umut dolu bekleyiş az sonra sona erecekti. 3 yıl süren Manhattan Projesinin meyveleri az sonra alınacaktı. En azından plan öyleydi. Projenin başındaki adam ise soğukkanlı ve sakin bir şekilde Ölülerin Günü anlamına gelen Jornada Del Muerto’yu izliyordu.
Robert Oppenheimer. Bu ekibin başına geçtiği günü, kendisini o ana getiren hikayesini hatırladı. 1888’de Almanya’dan göç etmiş yahudi bir ailenin çocuğu olarak 1904’te New York’ta doğmuştu. Çocukluk yıllarında hem bilim insanı, hem mimar, hem de şair olmak istiyordu.
Ancak tekstilci olan babasının atölyesindeki boyalardan karışımlar yapıp yeni renkler üretmeyi sevince, kimyaya ilgi duyduğunu fark etti. Liseyi birinci olarak bitirip Harvard Üniversitesi’nde Kimya okudu. Burayı da onur derecesiyle tamamlamıştı ancak artık kuantum fiziğine, teorik fiziğe ilgi duyuyordu.
Önce uygulamalı fizikte bir marka olan Cambridge’e gitmiş oradan da teorik fizik dalında dünyanın en iyi okullarından olan Göttingen üniversitesine geçmişti. Burada ileride birlikte çalışacağı pek çok bilim insanıyla tanıştı. 1,5 yıl kaldığı Göttingen Üniversitesi’nde doktorasını tamamlayıp ülkesine döndüğünde, herkes tarafından tanınan bir fizikçi haline gelmişti.
Негізгі бет Oppenheimer Hikayesinin Gerçeği Neydi?
Пікірлер: 126