#bediüzzaman #saidnursi #hafızaliergün #tahirimutlu #nurtalebeleri #risaleinursohbetleri #risaleinursohbetleri #iktisadrisalesi
#iktisat
ZAHİDÂNE YAŞAYAN HAFIZ ALİ
Geylâni ile Hafız Ali arasında çok özel bir bağ vardır. Hafız, Efendimiz (sav) ve Geylâni üzerinden Üstad’ın ve Risale-i Nur’ların değerini belirten bir mektup yazar. Bu mektubu yazdığı günlerde Geylâni Hazretlerinin sekiz asır önce Bediüzzaman üzerinden kendine gönderdiği mektuptan haberdar mıdır bilinmez ama bu mektubu her hâliyle Geylâni’nin mektubuna teşekkürî bir cevaptır.
Geylâni’de Allah’ın Hay ismi tecelli etmiştir. Ölüleri geçici olarak Allah’ın izni ile dirilttiği belirtilen rivayetler vardır. Risale-i Nur’daki tavuk hadisesi de buna işaret etmektedir. Hikâyenin özeti şöyledir.
O günlerde Şeyh Geylânî’nin terbiyesinde, nazdar ve ihtiyare bir hanımın bir tek evlâdı vardır. Bir gün oğlunu dergâhın hücresinde ziyaret eder. Bakar ki oğlu bir parça kuru ve siyah ekmek yiyordur. Gerçekte oğlu tasavvufta ruhun yükselmesine vesile olan, 40 günlük yiyecekten, içecekten kısıtlamayı anlatan riyazete girmiştir. Oğlunun riyazetten doğan zafiyeti annenin şefkatini celb eder. Ona acır. Olaydan duyduğu rahatsızlığı iletmek için Hazret-i Gavs’ın yanına gelir. O anda Hazret-i Gavs kızartılmış tavuk yiyordur. Kadın nazlanır."Yâ Üstad! Benim oğlum açlıktan ölüyor; sen tavuk yersin!" diye sitem eder. Bunun üzerine Hazret-i Gavs tavuğa seslenir. "Kum biiznillâh!"
Bu söz üzerine o pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp tavuk olarak yemek kabından dışarı çıkar. Ardından Hazret-i Gavs’ın dilinden şu sözler yükselir: "Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse, o zaman o da tavuk yesin."
Bediüzzaman’a göre Hazret-i Gavs’ın bu emrinin mânâsı şöyledir: Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir.
YAĞSIZ, TUZSUZ ÇORBA İLE YAŞAYAN HAFIZ ALİ ERGÜN
Geylâni, Bediüzzaman ve Hafız Ali ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim, lezzeti şükür için isteyen insanlardır. Yemek için yaşamıyorlar, yaşamak için yiyorlardır. Bediüzzaman bir parça ekmekle günlerce idare edebilmektedir. Hafız da Geylâni ve Bediüzzaman’dan aldığı dersle riyazete çekilir. 14 yıl boyunca son nefesine kadar yağsız, tuzsuz un çorbasıyla günlerini geçirir. Böylece cismaniyetten çıkıp kalbin ve ruhun hayatına yükselir.
Tahirî Mutlu, Hafız’ı sık sık evinde ziyaret eder. Onun azami takvası kadar azami iktisadından ve sade hayatından da çok etkilenir.
“Bir gün Hafız Ali Ağabey’in evine gitmiştim. Biraz oturduktan sonra evin döşemesine elini vurdu, tıkladı. Aşağıdan bir tepsi yemek geldi. Bize ‘Buyurun!’ dedi. Kendisi yağsız bir çorba yedi.”
Denizli Hapishanesinde Hafız Ali’ye hizmet eder. Yemeğini yapar. O günleri şöyle anlatır:
“Hafız Ali’nin yemeğini ben yapardım. Yemeği de ne? Bir avuç un, biraz sade su... Pişiririz, o kadar... Yağsız tuzsuz; hep onu yer. Rahmetli evinde de öyle idi. Biz her cuma İs-lam¬köy’e evine giderdik. Yazdığımız Risaleleri götürür, yazılanları alırdık. Bazen yazılacak fazlaca olursa geceyi gündüze katar, çalışır bitirirdik. Rahmetli evinde bize en az iki-üç çeşit yemek çıkartırdı. Fakat kendisi un çorbası yerdi. Bu düsturunu hiç bozmadı, vefatına kadar devam etti.”
Hafız’ın bu halleri civarındaki Nur Talebelerini de etkiler. Sav, Kuleönü, İslamköy gibi beldelerdeki birçok kişi onun gibi hayatlarını hizmete vakfederek münzevi bir hayat yaşarlar. Evlerinden çıkmadan Risale yazarlar. Yağsız ve tuzsuz un çorbasıyla idare ederler.
Hafız hayatını hizmete vakfettiğinden dağdan odun getirecek hâlde değildir. Bir gün Isparta’nın Çoban İsa Köyünden Nur Talebeleri Hâlil İbrahim Çoban, Ahmed Çoban ve Koruk Efe, Hafız’ın odunun bittiğini öğrenirler. Hemen merkeplere odun yükleyip sabah vakti İslamköy’deki Hafız’ın evine getirirler. Odunları yakmaya hazır şekilde tekrar keserler. Hafız çok memnun olur. Onlar geri dönmek için müsaade istediklerinde izin vermez. “Size deve etinden yemek yaptım, yiyin, öyle gidersiniz.” der. Onlar da kabul edip sofraya otururlar. Eti yemeye başlarlar fakat gariptir Hafız Ali yine adet edindiği gibi yağsız, tuzsuz un çorbasına talim etmektedir. Şaşırırlar. “Niçin et yemiyorsun abi?” derler. “O yemek sizin kısmetiniz, bu da benim kısmetim.” der.
Yemeğin ardından namaza dururlar. Misafirler namazda az önce etini yedikleri devenin kendileriyle birlikte secdeye gittiğini görürler. Namaz bitince Hafız’a hallerini açarlar. Hafız da onları teyit eder. “Evet, ben de gördüm. Deve, ‘Benim etim Müslümanlara nasip oldu.’ diye şükür secdesine gitti.”
Hafız dilini ölçülü ve iktisatlı kullanır. Huzurunda malayani konuşturmaz, gıybete müsaade etmez. Konuşanları sert şekilde uyarır. Bu onu bir zaman sonra kabirdeki insanların, sofradaki rızıkların dillerini işitecek hale getirmiştir.
Ne mutlu o bahtiyarlara…
Ne mutlu o sahabe saffeti taşıyan ruhlara…
Ruhlarına El-Fatiha…
Негізгі бет YAĞSIZ ÇORBA İLE HİZMET EDEN HAFIZ ALİ VE ÜMMÜHAN ERGÜN
Пікірлер: 12